21 Mart 2009 Cumartesi

Kaderin oyunu

Slumdog Millionaire filmini henüz izleyebildim. Biraz geç olsa da sanıyorum üstüne konuşmak için daha iyi bir zaman. Yine de filmi izlememiş olanların bu yazıyı okumasını önermiyorum. Çünkü Slumdog Millionaire, Hindistan kamuoyunun filme olan tepkisinden de çıkarabileceğimiz gibi, birden fazla yoruma müsade eden bir film. Ayrıca olası "spoiler"lar için de şimdiden uyarıyorum.

Bir hikaye olarak Slumdog Millionaire'in bana kalırsa en büyük başarısı, sonu büyük oranda başında verilen bir film olmasına rağmen merak unsurundan hiçbir şey kaybetmemesinde yatıyor. Bir diğer önemli başarı unsuru da hüzün ve umut arasında kurulmuş olan ince denge. Acı bir hikaye izliyor olmanıza rağmen bir biçimde yüzünüzdeki tebessüm silinmiyor.

Açık konuşmak gerekirse film bittiğinde aklıma gelen ilk düşünce filmin hayali bir umudu pazarlamaya çalıştığı yönünde oldu. Genel olarak şansın veya kaderin insanların hayatlarında olağanüstü derecede olumlu etkilerde bulunduğu hikayeler bana bir tür "uyuşturucu" veya "sakinleştirici" fonksiyonu üstleniyormuş gibi gelir. Çünkü bu tip hikayelerde verilen mesaj, aşağı yukarı, "başınıza ne gibi kötülükler gelirse gelsin, hepsi bir amaca yöneliktir" gibi bir mesajdır. Bu mesajın da, rasyonel olduğunu ve doğayı, doğayla birlikte de kendini dönüştürme kapasitesine sahip olduğunu varsaydığımız "insan" kavramına aykırı olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan, bu mesaj, bir boyun eğme halinin de propagandasını yaparak modernitenin ve bütün modern ideolojilerin belki de en önemli düsturu olan "kendi hayatın üzerinde kontrol kurma"yı da önemsiz hale getiriyor. Böylece insanın, hayatını şansa bırakan, rasgele yaşayan bir varlık olarak algılanmasının önü açılıyor.

Peki, Slumdog Millionaire gerçekten de bizlere başımıza gelen her kötülüğü hayra yormamız gerektiğini anlatan bir film mi? Dediğim gibi, film bittiğinde aklıma gelen ilk şey bu oldu. Hatta bu düşünceden dolayı filmin genelinde aldığım lezzeti film bittiğinde duyamadım. Fakat üstünde biraz daha düşündüğümde Slumdog Millionaire'in bundan çok daha fazlasını içeren bir film olduğunun, hatta ilk başta çokça eleştirdiğim "kader" ve "şans" vurgusunun filmin farklı yorumlanması konusunda açık kapı bırakan kilit bir nokta olduğunu farkettim.

Şöyle ki, film bize çok büyük travmalar yaşayan ve büyüdüğünde bu travmalardan edindiği son derece nahoş deneyimler sayesinde bir şans oyununda başarı kazanan bir karakter sunuyor. Filmi izleyen herkesin farkedebileceği gibi, şans oyununda bu karaktere denk gelen sorular (belki son soru hariç) gerçekten de bu tip bir yarışmada çıkabilecek türde sorular. Fakat yine son derece açık ki bahsi geçen türde bir tesadüfler zincirinin gerçekleşme olasılığı çok düşük.

Buradan hareketle diyebiliriz ki böyle bir karakterin böyle bir toplumsal düzende başarılı olabilmesinin tek yolu tam da böylesine imkansız bir tesadüfler zinciriyle karşılaşmasıdır. Fakat yine de buradan bu tesadüfler zincirinin imkansız olduğu sonucu çıkmaz, çünkü gerçekten de kapitalizmin tarihi bu kadar olmasa bile buna benzer imkansızlıkta kimi başarı hikayelerini içerir. Ülkemizdeki şans oyunlarından da çok iyi bildiğimiz gibi bu tip yarışmalarla hayatlarını kurtarabilenler vardır. Ve düzenin devamlılığı da yine sayıları her ne kadar az olsa da hayatlarını bu şekilde yoluna koyabilmiş olanların varlığının sağladığı "köşeyi dönme" ihtimaline, yani umudun hissedilebilirliğine bağlıdır.

Slumdog Millionaire bize imkansıza yakın bir başarı hikayesi sunuyor, fakat öte yandan bu kadar şanslı olmayan fakat yine de en ufak bir pırıltısında bile umudun peşinde sokaklara dökülmeye hazır mutsuz ve umutsuz çoğunluğun hikayesini de anlatıyor. Denebilir ki, Slumdog Millionaire belki de anlatmak istediğinden de fazlasını gösteriyor, ve sırf bu potansiyel nedeniyle bile izlenmeyi ve üstünde düşünülmeyi hakediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder