
Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/24945121/
Bu sözler, Massachusetts Üniversitesi'nde ekonomi profesörü olan Richard Wolff'a ait. Yani diyebiliriz ki, kapitalist sistemin, özellikle de kapitalizmin 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren almaya başladığı biçimin, özüne ilişkin eleştiriler artık sadece birkaç radikal partinin veya entelektüelin ağzından çıkmıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin en saygın üniversitelerinden birinde profesör olan Richard Wolff, yukarıda verdiğim bağlantıda tümünü okuyabileceğiniz röportajda, yaşadığımız krizin, kısa dönemli bir mali krizden ziyade, ancak Büyük Buhran'la karşılaştırılabilecek derecede büyük çaplı bir yapısal kriz olduğunu anlatıyor.
Bu elbette çoğumuz için çokta yeni bir bilgi değil. Kapitalizm, varolduğundan bu yana eleştirilen ve -çoğu başarılı olamamakla beraber- daha iyi bir alternatifinin veya daha sağlıklı bir düzenlemesinin ortaya konabilmesi için çeşitli alanlardan sosyal bilimciler, siyasetçiler, düşünürler ve entelektüeller tarafından üzerinde çalışılan bir sistem.
Wolff'un söylediklerini önemli bulmamın temel olarak iki nedeni var: birincisi, meseleyi, küresel kapitalizmin en önemli merkez ülkesinde tartışması, ikincisi ise, röportajda görülebileceği gibi, siyasi iradeye verdiği rol.
Bu röportajda dile getirilen çok önemli bir düşünce var, o da şu: ister ulusal, ister uluslararası düzeyde olsun, küresel kapitalizmin bir biçimde parçası olan halkların siyasi iradeleri, problemin kendisiyle yüzleşmekten çeşitli ideolojik nedenlerden dolayı korkuyor. Yani Wolff, kapitalizmi eleştirenlere yapıştırılan "ideolojik" yaftasını küresel kapitalizmin aktörlerine geri iade ediyor.
Bahsi geçen "korku"dan hareketle, siyasi aktörlerin kaygılarını çözümlemeye çalışmak, her ne kadar Wolff -en azından bu röportajda- bu kadar detaya girmiyorsa da, mümkün.
Siyasi aktörlerin yaşadığı korkuyu ve ruh halini, evliliğinde problemler yaşayan fakat bunları çözmeye gücü olmayan bir eşin durumuna benzetmek mümkün. Problemler, bir hediye veya bir buket çiçekle çözülemeyecek kadar büyük ve köklü, fakat bir tarafta, konuyu fazla deşmesi halinde evliliğini kaybetme riski, öte tarafta da, "belki düzelir" umudu var. Siyasi aktörler de, problemin derinine inilmesi halinde yerlerinden olabilekleri ihtimalinden korkuyor, bir yandan da ortaya çıktığı günden bu yana o veya bu biçimde -SSCB gibi bir tehdidin karşısında bile- ayakta kalabilmiş olan kapitalizme güveniyor.
Sorunlu evliliklerin sorunlarının çok kolay çözülmediğini, fakat aynı şekilde çok kolay da bitmediğini, bazen bütün sorunlarına rağmen bir ömrü kaplayabildiklerini biliyoruz, dolayısıyla bu anlattıklarım hiçbir biçimde kapitalizmin daha iyi bir kapitalizme evrileceğinin ya da yerini daha iyi bir sosyo-ekonomik sisteme bırakacağının garantisi değil. Fakat unutulmamalı ki, bir evliliğin tersine, küresel sistem, birbiriyle uyum veya uyumsuzluk içinde bulunan milyonlarca aktörü içinde barındırıyor, ve bu durum "er ya da geç çoğu insanın, bu kadar sıklıkla bu kadar kötü çöküşler yaşayan bir ekonomik sistemle yola devam etmenin dünya halkları açısından faydalı olup olmadığı sorusunun yanı sıra katlanılabilir olup olmadığı sorusunu soracakları" (Wolff) ihtimalini biraz olsun güçlendiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder